Adım adım düştüm bu aşka, Beni yoldan döndüremezsin
Işık yüzlüm bu defa başka, Bu ateşi söndüremezsin…
Sevdiğimi bildiğini, hayatını sildiğimi
Şu bedenden geçtiğimi bir çözemedin sen
Nasıl çekip gittiğime, inanmadın bittiğine
Üzerime yıkılan yüksek apartmanlar, bana söylenmiş gibi çalan şarkılar
Bitmeyen derin hasret ve geçmeyen zaman,
En dibini ancak senin bildiğin o dipsiz kuyu, defol git şimdi rahat uyu
Ya biriktirdiğim onca yarınlık, ben yarımken yarınla bu gün arasında nedir farklılık ?
“Fotoğraf makinesini al çık. Ve fotoğraf çekmeye başla.” Dedirten dürtüler insana çektiriyor.
Kaç devir geldi kaç nesil geçti, Yürek öyle sevdalı yollar kavuşmaz
Hasretin ne tadı kaldı, Sabır öylece kaldı da sabredeni söyle kim aldı
Bu dünya ne sana ne de bana kalmaz, Dünya ne sana ne de bana kalmaz
Sultan Süleyman’a kalmadı, Böyle hiçbir kitap yazmaz
Sen bana bakma, Belki de en doğrusu bu.
Ben sonbaharım, Döktüğüm son yaprak bu.
Çekip gitsem bir gün silinsem dünyadan, İnan ki aşkın beni baştan yazar…
Her fotoğraf makinesini alıp çıktığımda birbirinden farklı kareleri yakalama fırsatı buluyorum. Şimdi de çektiğim bir fotoğrafı sizlerle paylaşmak istedim…
Eğer hala kızıyorsan,
kendin ile olan kavgan bitmemiş demektir.
Eğer hala kırılıyorsan,
gönül evinin tuğlaları pekişmemiş demektir.
Eğer hala kınıyorsan,
düşüncelerin yeterince berraklaşmamış demektir.
Eğer hala karşılıksız sevmiyor
ve sevginde ayrım yapıyorsan,
hala akıl ve mantığını kullanıyor,
içindeki sevginin yoğunlaşmasına engel oluyorsun demektir.
Eğer hala ‘ben’ demekten vazgeçmiyorsan,
dizginlerin hala nefsinin elinde
ve sen bu esarete boyun eğiyorsun demektir.
Eğer hala mûsibetlere yana yana üzülüyorsan,
gerçeği bilmiyorsun demektir.
Ve eğer hala ‘şikayet’ ediyorsan,
hakikati göremiyorsun demektir!..