İlk kitap heyecanını yaşadığım serüvenin detaylarını sizlerle paylaşıyorum.

Zamansız Saat Durağı – Sadece Sev

Duygu yüklü eserler için saniyeleri kaleme dökmek gerekir. 11 yıl önce mısraların kitap olacağı aklıma bile gelmezdi. Sadece yazardım. Yaşadıkça, aklıma geldikçe, düşündükçe karalardım. Şimdi sizlere bu maceranın nasıl geliştiğinden bahsedeceğim.

Bu yazıdaki başlıklar birbirinden bağımsız gibi de görülse aslında bir bütünü oluşturuyor. Kimi zaman aklınıza ne gelirse yazarsınız. Çünkü bu böyledir, ötesi yoktur.

1. İlk Mısra – Sözler

11 yıl önceydi ilk satırları kaleme almam. Pamukkale Üniversitesi’nde okuyordum. Muğla’dan yeni bir kente gelmiştim. Sözlerim kalıcı olsun istememden mi yoksa telefonların Bir kitap haline gelmesini bile düşünmediğim için sadece arada sırada sadece yazıyordum. Blog siteme ekliyordum. Belki birileri okur diye de değildi. O anı kayıt altına almak istiyordum. Bunun da iki yolu vardı. Ya fotoğrafını çekeceksin ya da kaleme alacaksın. Sürekli fotoğraflar çeken ben bazı anlatılması zor ya da fotoğraf ile anlatamadığım anları, duyguları, maceraları mısralara döktüm.

Yıllar geçtikçe birikenler olmuş. İçimde, sayfalarda, mısralarda ve en çok da düşüncelere dalıp gittiğim o anlarda okumak istediklerim olmuş. Kelimeyi yaşayan sensen eğer her kelime bambaşka anlam yüklü oluyor. Önce dudakların kuruyor, gözlerin arıyor. Okumaya başladığında tekrar oradasın. Paylaşmak güzeldir diyordum. Ve paylaşıyordum. Hep birlikte yanalım, kelimelerde buluşalım istiyordum.

İşte böyle başladı.

Şimdi de ilkokul sıralarında ilk harfi defalarca yazdığımı hatırladım. Hatta harf de değildi ilk kaleme aldığımızda yazdığımız. Değişik farklı şekillerdi. Defalarca dik, yatay, eğri çizgiler çiziyorduk. Kalemin de ucu hep kırılırdı. Yeni yeni öğreniyorduk nasıl olsa. İncitmeden yazmayı öğrenene kadar kırılacaktı. Şimdilerde kalem de tutmaz olduk o ayrı mesela. Kırılan incinen yok diye de ağzımıza geleni yazar olduk o ayrı mesele. Bilgisayar ortamlarında kağıtsız kalemsiz saatlerce vakit geçirir olduk. Elbette güzel ama amacı çerçevesinde iyi niyetli kullanıldığında. Kurşun kalem ne de güzeldi. Önce ince ince yazardı. Sonra gitgide kalın yazmaya başlardı. Hatta tahtaya geldiğinde yazmaz olurdu. Kalemtıraş arardı o kömür gözleri, arardı da bulduğunda sevinçten ilk günkü gibi yazardı. Bir de tahtanın da bitişi gelirdi. O minicik ellerle o kısacık kalemi parmaklarıyla tutan ve hatta avucunda serçe varmış gibi hisseden tertemiz yürekler ne de sevimli bakarlardı. Bittiğine ikna olunduğunda ancak yenisi verilirdi. Tabi yenisi varsa. Kimsenin kalemi bitmesin! Ya da hep bir yenisi gelsin ister. Ama bazen şartlar elvermez. O zaman da teslimiyet başlar. Olanakları zorlamaya başlarsın. Kendini daha da azimli hissedersin. Bir de silgi vardı. Hani kimi zaman kalemden daha çok yazan. Sildikçe yazanlar vardı o zamanlar. Kim bilir belki silmeyi de bilmiyorduk. Ya da bizlere silmemek için hata yapmamamız gerektiğini anlatıyordu. Gerçekten de doğruydu. Hata yapmazsan silmen gerekmez. Ama illa bir hata yapıldıysa da iyi bir silgin olmalı. Kalemin geçmişini silmek her yiğide göre değildi.

Yazmak kıymetlidir. Okumak paha biçilemez. Paylaşmak da değerlidir. Sevdiğin ne varsa çoğaltır.

2. İlk Ezgiler – Nefes

Flüt! Namını duymuşsunuzdur. Hemen hemen herkesin evinde olan üflemeli bir müzik aletidir. Notalar parmakların kapadığı delikler sonrası nefes ile şekillenirdi. Kendimi geliştirmek için arada elime geçen şarkıların notalarını çalıyordum. Çok farklı bir histi en azından kaset çalmaktan farklıydı. Yaşadığım her an hissedeceğim ritim kelimesiyle eğitim hayatımda bu şekilde tanıştım.

Ritim kelime anlamı olarak birçok şeyi ifade edebilirdi. Fransızca kökenli bu kelime sözlüklerde “Ezgi ve uyumla birlikte müziği oluşturan bir öğe olarak vurgu, uzunluk ya da seslerin, durakların düzenli bir biçimde yinelenmesinden doğan düzen. Şiirde ya da düz yazıda vurgu, uzunluk ya da seslerin, durakların düzenli bir biçimde yinelenmesinden doğan uyum. Kimi olayların az çok düzenli bir biçimde art arda gelmesiyle oluşan durum.” gibi anlamlara geliyordu. Bana göre ise her şeydi diyebilirim. Çünkü uyum, düzen ve ahenk varsa mümkün olmayan hiçbir şey yoktu. Sevmek de ritim olmadan düşünülemez.

“Şimdi diyeceksiniz sevmek karşılıksız bir olaydır diye. Elbet öyledir. Fakat sevebiliyor isen eğer ritme takılmış gidiyorsun demektir.”

3. Renkler Her An Yanımızda

Lise yıllarımdaydı kendimi renklerle buluşturmam. Tasarımcı olmaya o yıllarda karar vermiştim. Renklerle yani hayatla ilgilenmek fark katıyordu. Uyum, ahenk ve düzen önemli şeylerdi. Bilişim Teknoloji okuyordum. Fakat renk donanımda yazılımda her yerde vardı. Hatta futbolda, sağlıkta, doğada, uzayda ve her sistem renklerle ifade ediliyordu.

Hatta biraz daha öncesine gidebiliriz. İlk okulda İş Teknik diye bir ders vardı. Renklerin birbirleri ile uyumlarından söz eden bir öğretmen vardı. Siyah derdi kimi zaman pembeyle kombine olabilir. Farklı gelmişti. Neden pembe neden yeşil değil. Aslında o da olabilirdi. Bu o ana bağlıydı. Nesnelerin anlık durumlarına bağlıydı. Güneş batarken oluşturduğu renkler herkesi büyülerdi. Ya kirazın o al rengi ya da şeftalinin o kızarıklığı ne birebir aynıydı ne de farklı ama hepsi birer muhteşem birer parçaydı.

Hayatımda geniş yer kaplayan satranç maceram yıllarca sürdü. Tahtaya siyah ve beyaz hakimdi. Renkler; sözleri, olayları, tarihi, evreni ışık tutarcasına ayrıştırıyordu.

4. Gitarımla Tanışma

Gitar kurslarına yazılmıştım. Kendimi müzik yönünde geliştirmek istiyordum. En uygun müzik aletinin gitar olduğuna karar verdim. Zaten çocukluğumdan beri çalmak istemiştim. Üniversite yıllarımın ilk aylarında bu hayali gerçekleştirmek için gitar almak için araştırmalara başladım. Çok çeşidi vardı. Klasik, akustik, elektro, bas gitar bir de bunların karışımı olanlar. Ben parmaklarımla doğada da çalabileceğim elektrik olmadan da çalışabilecek ve çevreye rahatsızlık veremeyecek tarzda olan klasik gitara yöneldim. Denizli’de bulunduğum o aylarda Çınar Meydanı civarında satış yapan dükkanları gezmeye başladım. Renk ve ses tonuyla bana uygun bir gitar seçip macerama başladım. Artık pena nedir biliyordum. İki farklı kursa yazıldım. Haftanın dört gününü kurslarda geçiriyordum. Bir nota kitabım, defterim ve sırtımda gitarım yürüyordum. Gelişmek güzeldi. Profesyonel olmak istemiyordum. Sadece öğreniyordum.

Arada bir denk geldiğinde beni o anlara götüren ilk gitar öğrenmeye başladığım zamanlardan kalma internetten bulup derlediğim parçaların notalarını paylaştığım yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

5. Sesli Okuduğum Kendimden Parçalardı

Gitarla tanışmam, yazdığım sözleri notalara uydurmama vesile oldu. Bazen anlık aklıma ne geldikçe çalıp söylüyordum. Güzeldi. Sevda Rüyası adlı ilk şiiri de bu şekilde değişik tarzlarda okuyordum. Radyo dinlemekten farklıydı. Bazen sözler çok basit ama kulağa hoş geliyordu. Ben de arada not alıyordum. Bu konuda kimse umurumda olmuyordu. Yazıp çizip kendimi dinliyordum. Belki de böyle daha da üretken olabiliyorduk.

6. Yolda Olmak – Seyahat

İnsan doğası gereği gezmek ister. Çok garip farklı bir istek farklı bir hareket gibi görülse de insan aslen keşfetmek ister. Araştırmak ister kimi zaman yeni yerler kimi zaman yeni insanları keşfetmek ister. Hani bir söz vardır, duymuşsunuzdur. “Ya şehre yeni bir insan gelir ya da sen gidersin başka şehirlere…” diye bir şeydi. İnsan macerayı hareketi sever.

İşte ben de yıl içinde birçok yolculuğa çıkarım. Görmediğim yerlere gider, onlarca kişiyle ve yerle tanışırım. Güzel sohbetler ederiz. Bazen de şehrin kalesinde kendime yüksek bir hakim yer seçer, selamlarım ve dertleşirim.

Bir tren yolculuğunda sıcak bir sohbet sonrası dökülen dizeler olur. Sahil kasabasında kıyıya vuran dalgaları izlerken çıkardığı sese vurulursun. Şehrin kalabalık caddesinde koşar adım yürürken bir çift bakış yakar içini kağıda sızım sızım dökersin. Semaya dalarsın bulutların dansını izlerken burnuna düşün soğuk yağmur damlası ve nefes alışverişlerin başlar. Yüzerken derinliklerde son soluğun öncesi başını çıkardığında hisseder yine yazarsın. En çok otobüs kalemi sevdirir seni her otogara girişinde ya da her molasında. Seyahat sırasında arka koltuk yan koltuk kahkahaya boğulurken, ağlayan sızlayanlar bağıranlar arasında ağaçların geçişini, doğanın süzülüşü sevdirir. Sevdikçe kalemi bırakmaz ama her anda yazmazsın.

Yolda olmak işte böyledir. Türkü dinlemek gibidir. Resim yapmak gibidir. Seni sana bağlar. Kopamazsın kendinden yürümeyi, koşmayı ve uçmayı sevdirir. Hatta en çok da içindeki seni de sevdirir. Her yolculukta kendini bulursun.

6. An Fotoğrafçılığı – Altın Kare – Sadece Sev

Fotoğraf bir tutkudur. Aşkla yapılan eylemlerin ilklerindendir. Bana göre fotoğraf şiirdir. Şiir de en doğal haliyle fotoğraftır. Neden mi?

Bir şiir düşünün gözünüzde canlansın ve bir fotoğraf düşünün gözünüzde canlansın. İşte o yaşadığınız anı fotoğrafla mı şiirle mi anlatırsınız?

Fotoğraf, anların anlatım şeklidir. Şiir ise anların dile gelmesi sonucu kalben hissedilmesidir. Buna konu kimi zaman acılar kimi zaman dertler kimi zaman da sevinçler olur. Aslında fotoğrafların birleşiminden oluşan videolar gibidir. Ama daha derin daha nameli daha duygusaldırlar.

Şiir özeldir, güzeldir ve o yüzden altın değerindedir. Şiir yaşamın içinden fotoğraflardan oluşur. Kare de günümüzde fotoğraf anlamında kullanılan terimdir. O yüzdendir, altın kare dememiz. Kitaba ilk isim olarak düşündüğüm isimdi “Altın Kare”. Sonra kitaplaşma sürecinde insanların duyduklarında yüzlerinde oluşan ifadeyle değişti. Bir şiirimde geçen “Zamansız Saat Durağı” olarak kaldı. Bunu sevmiştim. Farklıydı. Benim için özeldi. Sonra yanında “Sadece Sev” ifadesini de ekledim. Kapakta yer alacaktı. Kitabı genel olarak özetleyecek ve içsel yolculuğu başlatacak bir kelimeler olmaya adaydılar. Her şey kendini sevmeye ve sadece sevmeyle başlardı. Sonrasında sevmeler artar. Çevreni, arkadaşlarını, uğur böceğini ve hatta aklına ne gelirse sevme gitgide büyürdü. O yüzden düşünmeden sadece sev gerisi gelecektir.

7. Sosyal Medya Paylaşımlarında Yer Alan Cümleler

Hani bir an gelir de bir fotoğraf ya da video çekersiniz. O anın en içindesinizdir. O anda kalbiniz atarken aklınıza bir cümle gelir. O cümleyi çektiğiniz fotoğrafla harmanlayıp sosyal medyada paylaşmak istersiniz. Bazen kendinden bazen de zorla gerçekleşir. Önce fotoğrafı çeker sonra ifadeyi düşündüğünüz anlarda olur. Öyle güzel anlatmak istersiniz ki dalar gidersiniz. İşte sahile dalgalar vururken hissedilen cümleyle o gün batımı kızarıklığın altına yazdığınız cümleler yıllarca birikir. Kitap çıkarmaya karar verdiğinizde cümleleri de kitaba eklemek istersiniz. Hem de bu şiir kitabı ise ne nasıl sözleri ekleyebilirim dersiniz.

Şiirleri renklere ayırırsınız. Alışılmadık farklı renkler olsun istersiniz. Onlar için de günlerce araştırma yaparsınız. Bu şekilde de bölümler arasına nefes gibi olacak bir renk ve bir söze yer verirsiniz. Sözlere başka bir atmosfer karışsın diye de çizimlere yer verirsiniz.

8. Kitap Fikri Doğdu Bir Öğleden Sonra

2019 yılının son ayının son haftasıydı. Yıllar boyunca şiir yazmıştım. Macera “Bir kitap olacak kadar çok şiirim oldu mu?” diye kendime sormamla başladı.

9. Şiirlerimi Bir Dosyada Topladım

Hemen bilgisayarda boş bir dosya oluşturdum. İnternet sitemde yayınladığım şiirleri bir bir dosyaya aktardım. Hiçbir yerde yayınlanmayan şiirlerimi de ekledim. Derken sayfa sayısı gitgide artıyordu.

İlk yazdığım şiir hiçbir yerde yazılı halde yoktu. Gitarımla arada seslendirdiğim şiir hafızamda yer edinmiş. Onu da ekledim.

81 şiir olmasını istediğim için ilave şiirler de yazdım. Son şiiri ise sosyal medya platformlarında paylaşacağım bir gönderi oluşturmaya karar vermiştim. Gönderiye verilen cevaplar ile 32 arkadaşım sözlerini bana ilettiler. Duyurudan bir hafta sonrasında “Kalbe Akseden Samimiyet” şiirini hep birlikte yazmış olduk. Şiire katkısı olan arkadaşlara teşekkür anlamında kitapta isimlerine yer verdik. Gerçekten benim için harikulade bir deneyim olmuştu. Kitabı temsil eden bir şiir olmuştu.

10. Yayınevi Araştırmasına Başladım

Kitabın taslak formatı hazırdı. Yayınevlerini internetten araştırdım. Belirlediğim yayınevlerine mail ile örnek dosyayı gönderdim. Sonrasında dönüşler olmaya başladı.

11. Sözleşme

İlk dönüş yapan yayınevlerinin gönderdikleri sözleşmeler üzerinden değerlendirmeler yapmaya başladım. Her birinin şartları birbirine yakın olsa da farklılıklar vardı. Karar verip basım sürecine geçmek için sabırsızlanıyordum.

11. Basım Süreci

Ankara’da olan yayınevi ile anlaştık. Sonrasında son değişikliklerin yapıldığı son dosyayı göndermemi istediler. Basım için hazırlanacaktı. Her şey daha da keyifli hale gelmişti. Editör aşamasında kelimeler üzerinde epey durduktan hemen sonra tasarıma geçtik. İç tasarımın ilk şablonunu ajans tarafından yapıldı Sonrasında ise isteklerim doğrultusunda iç tasarım tamamlandı. Benim için oldukça iyiydi.

12. Ön Söz

Kitap için ön söz hazırlamam gerekiyordu. İçeriği anlatan bir yandan da ilgi uyandıran bir iki paragraflık metin olacaktı. Sonrasında ise aşağıdaki gibi bir içerik çıktı.

Yolda yürüyorum sensiz
Sensiz gidiyorum bensiz

Sizleri ilk sayfadan itibaren renkler karşılamaya başlar.
Renkler de şiirler gibi içlerinde duyguları taşır. Her renk
bir sözü ağırlar. Kitapta renkler arasına 11 yıl önce kaleme
alınmış yukarıdaki mısralar ile başlayan maceranın 81 şiiri
serpiştirilmiştir.
“Bir kurşun misali hedefine odaklanmış planlar için sürekli
düşünecek olsam da seni yine de seveceğim. Gönlüm ne saz
ne de söz ister. Ben kalben sevmek isterim.”
İçinizden bir ses bunları dile getirirken son şiir de bitiverir.
İşte o zaman asıl yolculuk başlar.
“Uçmaktan ötesi de var.”

13. Arka Kapak Yazısı

Bir kitabın en çok okumasını sevdiğim bölümüdür. Onun için değişik bir içerik olsun istemiştim. Kitabın adını aldığı mısralar sonrası yolculuk ve sevmekle ilgili ifadelere yer verdim. Sonrasında ise aşağıdaki gibi şekillendi.

“Son elvedamı kime demiştim?
Hatırlayamıyordum.
Kayboluyordum damlalar içinde,
Zamansız saat durağında,
Saat kaçı gösteriyordu bilemiyordum.”

Renkleri hissetmek için yola çıkar, molalar verir, doğayı dinlersin. Her nefes alışında toprak kokusunu gökyüzüyle karışmış olarak içine çekersin. Doyasıya yaşamak istersin. Ansızın duyguların değişir, kelimelere sığmaz. Seviyorum dersin. Fark ettiğin enerji kalbine dokunur. Yolculuğu, yola çıkanları, yolda olanları ve en çok da kendini seversin.
Sadece sev…

14. Kapak Tasarımı – Son Onay

En dikkat çeken aşamaya gelmiştik. Kapak tasarım. Nasıl olacaktı? Hangi renk? Kalite? Neyi anlatacak? Ve daha bir sürü şey? İlk olarak örnek tasarımlar ajanstan geldi. İnceledim fakat bana sıradan gibi geldiler. Belki de onlarda olsa basıldıktan sonra görsem ilgi çeken muhteşem bir kitaba dönüşeceklerdi. Ama yine de bir düşünce anlatan bir şey olmasını istedim.

Birkaç gün geçti. Şunları mail ile iletmiştim: “Denizin ortasında bir kara parçasında düşünceli adamın elinde çanta bir bankta otursa, adanın çevresini saran saati sağ üst taraftan kırıp  çıkan bir kuş gökyüzüne uçsa… Deniz-gökyüzü arka kapağa kadar uzansa…”

Sonrasında ise son onay ve basım süreci başladı.

15. İlk Göz Ağrım

Kitabımı elime ilk aldığım an bende oluşturduğu duygularımı buraya yazamıyorum. İlk göz ağrım, Zamansız Saat Durağı’m.”

Umarım beğenirsiniz. İyi okumalar…

ZAMANSIZ SAAT DURAĞI – Mart 2020

– Sipariş için –

Zamansız Saat Durağı - Haldun Öztürk